10 Aralık 2011 Cumartesi

Frankenstein

Frankenstein popüler kültürde çok yeri olan, bilinen bir hikaye. İlginçtir ki çoğumuz hikayenin aslını bilmiyormuşuz. Benim tek bildiğim o korkunç, koca kafalı, koca dişli, koca gövdeli yaratık görüntüsüydü. Frankenstein'i o yaratığın adı zannediyordum üstelik. Çoğumuzun da durumu aynıymış, şaşırdık, güldük bu duruma. Frankenstein filmini izlemiş olan Zumaya ise pek çok edebiyat eseri uyarlamasında olduğu gibi bu seferde de filmin romanın hakkını veremediğini söyledi. Yani, hepimiz için sürprizlerle dolu bir okuma oldu bu.

Ben "saf" bir okuyucu gözüyle Frankenstein'a kızdım durdum kitabı okurken. Kendi yaratığını öyle yüzüstü bırakmasına, ihtiraslı çalışma süresi boyunca yemeden içmeden, ve düşünmeden bu yaratığı var ederken son anda onu görünce böyle ödünün kopmasına ve gözü görmediği sürece onu unutuvermesine şaşırdım kaldım. Buluşmamızda Mary Shelly'nin kitabı yazarken lohusalık döneminde olduğunu konuştuk. Yani annelik ve evladını kabul edememe durumları da konuşulabilir bu hikaye üzerinden. Şimdi düşünüyorum da psikanalitik bir okuma da yapılabilir, belki de anneden sevgi göremeyen çocuktur bu iblis.

Kadınların hali ise gerçekten içler acısıydı romanda. Kadınların hiçbiri kendilerinden beklenenin tersi hiçbir harekette bulunmadı, hareketi geçelim, düşünmediler bile. Ah, ne kadar sinir bozucu bir yumuşakbaşlılık vardı hikayedeki kadınların hepsinde, şimdi hatırlayınca yine kızdım! Tabii, o dönemin koşullarını unutmamak lazım.

Sonuç olarak, üzerinde konuşacak, düşünecek çok şey olan bir kitaptı bu, iyi ki okumuşuz diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder